Son Dakika Haberler

TUT’DA GELENEK VE GÖRENEKLERİMİZ-3

TUT’DA GELENEK VE GÖRENEKLERİMİZ-3
Okunma : 494 Kere okundu Yorum Yap

Arzu Kaymak Yazdı…

TUT’DA GELENEK ve GÖRENEKLERİMİZ -3

ANLAMDAN KARMAŞAYA, KÜLTÜRDEN KÜLTÜRSÜZLÜĞE DÜĞÜNLERİMİZ

Sosyal bilimlerde denir ki, bir toplumun kültürel zenginliğini o toplumun düğünlerinden ve cenaze törenlerinden ölçebilirsiniz. Düğünler de cenazeler de toplumun tarihi boyunca tekrarlanan belli ritüelleri, hikâyeleri, anlamları, kıyafetleri, inanışları içerir. Düğün, yeni bir başlangıcın cenaze ise bir bitişin ifadesidir. Bu nedenle toplum kendinde olanı yani kültürünü bu dönüm noktalarında sergiler.

Tut’ta düğünler 30-40 yıl öncesine kadar, Türkmen geleneğinin tüm unsurlarını yansıtıyordu. Benim çocukluğumda bu kültürün hala bazı unsurları yaşıyordu ama çok daha öncesine dair anlatılanlar inanılmaz zengin, renkli ve anlam dolu. Yaptığım sözlü tarih araştırmasına göre düğünlerimiz bakın nasıl yapılıyordu:

“ÖMRÜN UZUN, DÜĞÜNÜN GÜZÜN OLSUN”

Günümüzde düğünler yaz aylarında yapılıyor. Çünkü birçok insan yazları çalışma izinlerini kullanıyor. Ama eskiden, sonbahar ve kışın yapılan düğün makbul oluyor. Hatta bundan dolayı Tut’da “Ömrün uzun, düğünün güzün olsun” denir. Muhtemelen, yazın elde edilen hasat güz’de paraya çevriliyor ve düğün için gerekli olan masraf hasattan karşılanıyor.

BAYRAK

Düğüne başlamanın ilk adımı düğün evine asılan Türk bayrağı oluyor. Düğün sahipleri evlerine düğün evi olduğunu göstermek için düğünden birkaç gün önce bayrak asarlar. Gençler tarafından hazırlanan uzun sırığa Türk bayrağı asılır, sırığın uç kısmına da bereketi temsilen bir tane nar yerleştirilir. Türk bayrağının dışında beyaz bir bezin de bayrakla beraber sırığa asıldığı olurdu.

BOHÇA TUTMAK

Düğünden önce gelinin bohçası tutulur. Bohçada mutlaka olması gereken iki şey vardır; Birisi, 3 metreden diktirilmiş, kırmızı ince kaçak kumaştan lastikli tuman olurdu. “Kutnu” denilirdi. Diğeri ise ipekten yeşilli kırmızılı renkli kuşak. Beyaz gelinlik yoktu o zamanlar, gelinlik zaten Türk kültürüne ait bir şey değil. Geline kadifeden elbise diktirilirdi. Üzerine ise yeşil ceket alınırdı. Bohçaya ayrıca, gelinin ayakkabısı, çorabı, mendili her şeyi konur, “bohça tutuldu” denirdi.

“BİCİ’YE GİTMEK”

Bohça hazır olunca, oğlan evi yakın akrabalarla beraber yanına bir terzi alır, gelinin fistanını biçmeye giderlerdi. Bu geleneğe “Biciye Gitmek” denirdi. Eşe dosta da “gelinin biçisi biçildi” derlerdi.

Perşembe günü uğurlu gün olduğu için Perşembe günü ise gelinin saçını kınalamaya gidilirdi.

DÜRÜ

Cuma günü ise bir kadın tutulur düğüne davet için şeker dağıttırılır. Ayrıca şekerin yanında, “Dürü” denilen ve davetiye niyetine verilen hediyeler dağıtılırdı. Yakın akraba ve özel misafirlere gömlek, şalvarlık ve fistanlık (elbiselik kumaş, 4.5 metreden olurdu), ağ denilen beyaz yazma ve köyneklik (elbiselerin altına giyilen bir çeşit içlik. Dağıtılan köyneklik kumaş 3 metre olmalıydı) verilirdi. Düğünde takacağı takıya göre ve akrabalık derecesine göre, düğüne gelecekler bu dürüleri kabul ederdi. Düğüne iştirak edecek olanlar dağıtılanlar arasından gömlek, köyneklik ya da fistanlık kabul ediyorsa, düğünde onlardan altın takması beklenirdi. Genel katılımcılara ise dürü olarak çorap verilirdi.

DAĞA ODUNA GİDİLİR

Düğün gününde pişecek yemek için köyün erkekleri eşeklerini, katırlarını alır dağa yakacak odun toplamaya giderlerdi. Toplanan odunlar düğünde yapılacak düğün yemeğini pişirmek içinkullanılır ayrıca düğün zamanı gençler meydanlarda ateş yakıp eğlence düzenlerdi, odun bu ateşler için de lazımdı. 10-15 kişilik gruplar halinde dağa giden oduncular bunu karşılıksız yapar, düğün evine destek olmak için toplanırlardı. Diğer tüm hazırlıklar gibi bu da şenlik ve neşe içinde yapılırdı. Ve grubun içerisinden kim önce odununu tutar düğün evine getirip yıkarsa, düğün sahipleri ona hediye verirdi.

DAVULCULAR

Düğünde çalgı olarak davul zurna olur ve davulcular Cuma gününden düğün sahibinin evinin önünde çalmaya başlardı. Düğünün yapıldığı üç gün boyunca davulcular hiç evine gitmez, düğün evinde yatıp kalkarlardı. Cuma sabahtan davulcular çalmaya başlar asıl düğün Cuma akşam başlardı.

KINA

Cumartesi sabah kız evine kınaya gidilirdi. Kızın eline kına yakmak için toplanılır, davul zurnayla, toplu halde kıza kına yakmaya gidilirdi. Gençler coşkuyla oynar, halaylar çekilir, silahlar sıkılırdı. Kınadan sonra gelin yine babası evinde kalır ama kınacılar, yine davul zurnayla, oğlan evine döner düğünü yapmaya orada devam ederlerdi.

ZİLİF GECESİ

Cumartesi akşam yine toplanılır gelinin evine “Zilife gidilirdi”. Genç kızlar eskiden saçlarını hiç kesmez bir bütün halinde düz uzatırlardı. Gelin başı yapmak için, yanlardan birer tutam kısaltılırdı. Uzun perçem gibi olan bu kısa saçlara zilif denirdi. O iki tel saçı kesmek bile eğlenceli, coşkulu bir düğünle yapılırdı. Çünkü zilifler, gelinin kızlıktan kadınlığa doğru adım atışının göstergelerinden birisidir.

ORTA OYUNLARI, ARAP OYUNU

Ziliften sonra tekrar oğlan evine dönülür ama eğlence bitmezdi. Halaylar çekilir, erkeklerin kadın kılığına girdiği ortaoyunları oynanır, yüzünü karaya boyayan birisi “Arap oyunu” denen bir çeşit tiyatro sergilerdi. Ayrıca erkekler içkiler içer, sabaha kadar eğlenirdi.

GELİN GÜNÜ, DÜĞÜN YEMEĞİNİ ERKEKLER YAPAR

Pazar günü gelin günüydü. Çünkü gelin Pazar günü getirilirdi. Pazar sabahtan oğlan evinde düğün yemeği yapılmaya başlanırdı. Büyük kazanlar kurulur, iki kazana döğme aşı, bir kazan nohut yahnisi pişirilirdi. Keçi, dana kesilir et kavrulurdu. Tüm bu hazırlıklardan, yemeklerin pişirilmesinden erkekler sorumluydu, düğün yemeğini erkekler yapardı.

AT MURATTIR

En az beş atlı kadın ve davul zurnayla gelin almaya gidilirdi. Gelin ata bindirilmeden önce hazırlanır, başına süslü fes konur, gelinin oğlu olsun diye köyün saygın yaşlı erkeğinin ceketi giydirilirdi. Ata binmiş gelin, onun yanında diğer atlı kadınlar, davul zurna ve kalabalık bir düğün alayı ile oğlan evine getirilirdi. Türk tarihi üzerine uzman olan yazar Nuray Bilgili gelinlerin Ata bindirilmesi ile ilgili şöyle diyor, “Türklerde At vermek, eşik atlamak anlamına gelir. Yaşamın bir alanından, başka bir alanına geçen birey, bu yeni alana At ile geçer. Sünnet Çocukları At’a biner, Gelinler At’a biner ve askerlere At verilir. Bunlar hayatın eşikleridir. ‘Eşik Atlamak’ tabiri de bu ritüeller ile bağlantılıdır. At, yeni hayata geçişin sembolüdür. Türkler At Murattır der. At, her hayali gerçekleştiren bir semboldür”

İZENGİLİK

Damat evin damına çıkar, gelin geldiğinde gelinin başına bereket simgesi olarak şeker, dut kurusu, üzüm kurusu atardı. Gelin attan inmeden önce, inmesinin karşılığında kaynana ve kayınbabadan “İzengilik” isterdi. Gelin attan inmeden önce ona bir şey verilmesi adettendi. Bunlar genellikle 7 Baran Bağ ( yedi olması şart), bahçe, tarla, dut ağacı, ceviz ağacı gibi hediyelerdi.

Gelin attan inene kadar davul çalar, gelin inip eve girdikten sonra eline bir nar verilir ve duvara çarpması istenirdi. Duvara çarpılıp dağılan nar taneleri bereketi ve sağlığı ifade ettiği için herkes tanelerden yemeye çalışırdı. Gelinin duvağı açılmadan evin duvarına dikeltilir ve başının üstüne çivi çakılırdı. Çivi gibi sağlam kalsın evinde diye.

Düğün gelin indikten sonra biter, sofralar kurulur büyük düğün yemeği yenirdi.

GÜVEY (DAMAT) TRAŞI ve ÇİĞ KÖFTE

Gelin indikten sonra akşamüzeri güvey tıraşı olurdu. Oğlan evine ya da bir komşu evine erkekler toplanır damat tıraş edilir bu arada tıraş olmak isteyen diğer erkeklerin de tıraşı yapılırdı. Ama bu basit bir tıraş işi olmaz yine eğlence de yapılırdı. Günün en önemli şeyi ise çiğ köftenin yoğrulmasıydı. Erkeklerden birisi kuş vurur, damadın önüne atardı. Damat ona bahşiş verir, kuşun etiyle de köfte yoğurulurdu.

CEP

Ve son olarak, erkekler düğün evine cebe giderlerdi. Yani düğün masrafına destek olmak için herkes durumu ölçüsünde gidip düğün evine para götürürdü.

DÜGÜN NASIL DÜĞÜN YAPIYORUZ?

Gördüğünüz gibi neredeyse üç sayfalık bir yazı oldu. Çünkü düğün kültürümüz çok zengindi. Anlamlı, renkli, eğlenceli, dayanışma içeren bir gelenek. Yapılan hiçbir şey özenti ya da gösteriş değil, her bir şeyin karşılık geldiği bir anlamı var. Bugün adına “düğün” dediğimiz şeye baktığımızda gördüğümüz şey ise hiçbir anlam içermeyen sadece abartı ve özenti olan kocaman bir karmaşadan başka bir şey değil.

Arzu Kaymak

Kaynak: Sözel Tarih