Son Dakika Haberler

MEZARLIKTAKİ GÖLGELER

MEZARLIKTAKİ GÖLGELER
Okunma : 1.706 Kere okundu Yorum Yap

Mezarlıklar!
Eski Mezarlık…
Yeni Mezarlık…
Asri Mezarlık..
Gavur Mezarlığı..
Garipler Mezarlığı…
Kızıl Mezarlık…

Mezarlık sözünü duyar duymaz tarifsiz duygular doldurur içimi.
Tenim titrer.
Dipsiz bir çukura düşerim.
Dipsiz bir çukura düşüyorum sanırım, daha doğrusu.
Korkarım, neden korktuğumu bilmeden.

Mezarlıklar…
Göçüş. Kaçınılmaz son. Yok oluş.
Başka bir dünya(mı)! Bir son durak(mı)! Bir kurtuluş(mu)!

Mezarlıklar…
İmam, sela, namaz, kefen, tabut, cemaat, yas…

Ben mezarlıkları sevmem.
Daha doğrusu mezarlığa gitmeyi ve kaybettiğim yakınlarımı orada ziyaret etmeyi sevmem.
Aslına bakarsanız sevip sevmeme de değildir bu. Mezarlık ziyaretini sevip sevmeme diye birşey olur mu?
Mezarlığa gittiğim zaman kaybettiğim yakınlarımı ölmüş halde bulmaktan korkarım. Oysa ben onların ölmediğini, sadece kaybettiğimi düşünürüm ve ararım; bir gün bulacağımı sanarak!..

Büyükanamı kaybedeli kaç yıl oldu, unuttum!
Ama köye her gidişimde ararım onu. Sadece bu yüzden bile köye gittiğim olur.
Daha köy görünür görünmez başlarım aramaya. Yolun altındaki ya da üstündeki bostanların birinden belini büke büke, yorgun argın ana yola çıkmasını ve göz göze gelmemizi beklerim. Gelmez!
Köyün içinde dolaşırım, yıllar önce sattığımız evin sokağının başında dikilir bakar dururum. Sarı ineğimizin ipini çekerek görünmesini beklerim.
Görünmez!..
Bazan, baharın ucu görünür görünmez göçtüğümüz, çocukluğumun bostanının yoluna düşerim. Yol boyunca karşılaştığı tanıdıklara ağrılarından, sızılarından yakınan büyükanamın sesini duymak isterim.
Duyamam!..
Sonra bostanda…
Hepimizden erken kalkan, hepimizden geç yatan; dut, kaysı ve incir toplayan, inek sağan büyükanamı ararım.
Bulamam!..

Bostan yolu dedim de, aklıma geldi…
Daha köyü çıkar çıkmaz, Cömüt Dere’de toprak yolun ortasında küçük bir tümsek bulunurdu çocukluğumda. Tümseğin üstünde de yan yatmış, yarısı toprağın içinde kalmış uzunca bir taş. Yoldan gelip geçen hayvan ve insanlar yol etmişti tümseğin bir yanını.
Büyükanam oraya gelir gelmez durur, yazmasını yüzüne dolar, iki elini iki yana açarak dua eder; okur üfler ve yüzünü anlatılması zor bir acı ve hüzün kaplardı.

Ben de üzülür ve ne olduğunu sorardım. Her sormamda da aynı şeyleri anlatırdı:
Memiloğ adında bir kardeşi varmış. Bir kadın sevmiş, kadın da onu. Sonra o kadını dağlara kaçırmış. Bir zaman dağlarda yaşamış eşkıya gibi. Yiğit bir adammış. Sonra köye inmiş. Askeri müfreze peşine düşmüş. Ama pek de yaklaşamıyormuş Memiloğ’a. Hele bir kez köyün içinde karşılaşmış müfrezeyle. Sırtını köy meydanındaki ulu çınara dayamış ve sürmüş mermiyi mavzerin ağzına. Müfreze kumandanı Memiloğ’u görmezden gelip, geçip gitmiş askerleriyle. Sonra ince ve amansız bir derde düşmüş; ölmüş. Cömüt Dere’deki mezarlığa gömmüşler. Gel zaman git zaman; Memiloğ’un mezarı kalmış yolun ortasında.
Önceleri çok ağlamış kardeşine. Ama artık ağlayamıyormuş, çünkü gözünün yaşı bitip tükenmiş.

İşte, o gözünün yaşı tükenmiş olan büyükanamı kaybedeli yıllar oldu ama, arar dururum hala.
Geçen yıl, onca zamandır sürdürdüğüm mezara gitmeme kararımı değiştirdim ve onu mezarlıkta da aramaya karar verdim…

Bir ikindin üstüydü…
Kimselere haber vermeden ve kimselere görünmeden mezarlığın yolunu tuttum…
Daha yolun yarısında garip duygular sarıp sarmaladı bedenimi.
Bir sessizlik, bir ıssızlık ki, sormayın!
Nefes almada, yürümede zorlandığımı duyumsadım bir an.
Yüreğimin sesini duyuyordum.
Sanki kaçak bir işin ardındayım!
Toprak yolun altındaki kuru çalıların arasında oynaşan iki kaplumbağanın çıtırtısıyla irkilip uyandım.
Büyükanamı arayacağım yere yaklaşmıştım. Karşımda görünüyordu.

Ama neden hep böyle köy dışına yapılır mezarlıklar?
Ya duvarları? Neden o denli yüksek, neden o denli kalın olur?
Yoksa mezarlarından yekinip ayağa mı kalkacaklar? Kalkıp da kaçacaklar mı?
Gelip kollarımızdan çekiştirerek yanlarına mı götürecekler bizi?

Şimdi anımsamıyorum, hangi Avrupa kentindeydi…
Bir keresinde, bir arkadaşımla o kentte gezinirken yolumuz mezarlığın yanından geçti. Arkadaşımın, “Gel şurada biraz gezinelim, sakin sakin laflarız” demesi üzerine yönümüzü mezarlığa çevirdik. Kentin ortasıydı. Mezarlıktan çok bir gençlik parkını andırıyordu. Gezip dolaştık, söyleştik. Ne kadar kaldık bilmiyorum ama, gidesimiz gelmemişti.

Neyse sonunda ulaştım.
Ve başladım büyükanamı aramaya. Her yan kupkuru. Uzayıp kuruyarak dikenleşmiş otlar. Delirmiş dikenler. Susuzluk.
Hüzün dolu bir ıssızlık. Sessizlik. Kimsesizlik.

Adlarını okuyorum baştaşlarında.
Hepsi tanıdıklarım. Köylülerim. Konu komşu. Amca dayı. Teyze hala.
Onlar da tanıyor beni. Ve umutsuz, boş gözlerle bakıyorlar.

Bir yanı delinmiş mezarlar. Bir taşı devrilmiş mezarlar.
Kimileri betondan. Kimileri taş.
Aile mezarların yanından geçiyorum.
Yanyana yatmışlar. Ama yalnızlar.

Baştaşlarını okuyorum:
Ziyaretten maksat bir duadır
Bugün bana ise yarın sanadır
Ruhuna el fatiha

Ayağıma dolaşan dikenlerin çıkardığı cılız çıtırtılardan başka ne bir ses ne bir nefes.
Akşam yaklaşıyor. Gölgeler koyulaşıyor. Gölgeler uzuyor.
Duvarlar yükseliyor. Mezarlar büyüyor. Taşları uzuyor. Yalnızlık çoğalıyor.
Büyükanam yok!

Mezar taşlarını okumaya devam ediyorum. Gölgeler kararıyor. Yorgun bir serinlik çöküyor. Bir ayak sesi geliyor kulağıma. Hızlı hızlı, patır patır giden ayaklar. Arkama dönüyorum.
Alt yanda, dereden tarafa hızlı hızlı yürüyen, atlaya atlaya yürüyen orta yaşlı, orta boylu. Tanıyorum. Memiloğ bu!..
Büyükanamın kardeşi. Elli ayaklı. Diri ve dayanıklı. Belli.
Yeni bir şalvar, çizgili bir gömlek ve bir yelek var üstünde.
Belinde kalınca beyaz bir kuşak. Kuşağında da bir nacak sokulu. Yeleğin altından nacağın sapı görünüyor.

Bana bakarak ve dereden tarafa doğru paldır küldür adımlıyor.
Gülüyor mu, sırıtıyor mu; fark edemiyorum.
Elimi kaldırıp durmasını işaret ediyorum. Durmuyor.
Ben de atlıyorum derden tarafa doğru. Kendine doğru koştuğumu farkedince, daha da sıklaştırıyor adımlarını ve o yüksek duvardan bir kedi çevikliğiyle atlayıp, derenin içinde, çalılıkların arasında kayboluyor.

Bir zaman bakıyorum ardından…
Gölgeler kalabalıklaşıp geceleşiyor…

Mehmet Karakuş
20 Ağustos 2008