Son Dakika Haberler

KÖRHALME

KÖRHALME
Okunma : 1.619 Kere okundu 1 Yorum

KÖRHALME = Namı değer ZIRNIKHALME Nevzat’a atfen. 

Çarpı sıvalı, toprak kokulu, asma ağaçlarının altında gezerken, Babil’in asma bahçeleri abartılı olur belki ama kapalı çarşıda geziyor izlenimi edinir insan, asma dallarının arasından süzen güneş ışınları, kuş seslerinin, cırrık seslerini harmanladığı yokarı çarşı, bu gün taş duvarlarına, toprak tabanlarına ve   asma ağaçlarının   altına beton döküldüğü için bu günkü nesil, yukarı çarşı’ nın güzelliklerini yaşayamıyor. Umut ederim ki akıllı bir  proje kapsamına alınıp eski günlerine kavuşur. Nevzat’ın sayesinde ben yokarı çarşıyı daya doya  gezdim!

Körhacı sanırım Havut’ lu köyünden gelip de Tut’ a sonrada  yerleşen vatandaşlarımız dan birisi, yani kendini esnafa kabul ettirmiş, ondan sonra haklı üne kavuşmuş bir şahsiyet. En belirgin özelliği ise Nevzatın deneyimin de ki gibi kağıt ve metal paraları tanıyıp, Antep’ e gidip toptancılar dan alış veriş yapabilmesidir.

Körhacı bana, ele yapışan diğer kör’ ü  yani Körhalime’ i hatırlattı!

Zırnıkhalme adından da anlaşıldığı üzere gideceği yere varmadan zırnık koklatmaz, adrese teslim sistemle çalışır kaideyi bozmazdı.

Körhalme yukarı cami civarında oturan, kimsesiz ama çok gezmeyi seven, geziyor derken çukur oba, çayırlık’ tan öteye geçmezdi. Boston’unu vura, vura öyle de bir yavaş yürürdü ki ben deyim tosbağa yürüyüşü siz deyin karınca yürüyüşü. En çok da bizim obaya gelirdi, Dedemin hizmetkarlarındanmış atası, bizimkilerde hiç kusur etmezler idi. Çok konuşan, istediği yere götürülmesini istediği çocuğa çağam sen kimin çocuğusun? Hele yanıma gel ki sana  şeker verem, püsküt verem! amov sen bizim Eşoğ’ un mu oğlusun der methiyeler düzüp, bütün künyesini okuması olmadığından anlatırdı. Artıkın elinden kurtulmanın imkanı kalmamıştır, Taaaaa ki kapının eşikliğine varıp da Gııızz Eşooovv evde misin diye seslenip, evde olup olmadığını öğrenirdi, evde yoksa bırakılma imkanın da yoktu. Çünkü sırada gıızz Halime o da yoksa Güllü vardı. Ama  Nazife’ ye en son sıra gelirdi çünkü Nazife’ nin yolu biraz yörepti çakması meşakkatli oluyordu. Haa Nazife de yok mu ne hepsi birden beklik’ e mi gitmişler yoğusam hep anlatırdı. O zaman beni Deregözüne  götür çağam, gıızz Güdülmeryem evdemisin, gıızz Lottu meryem sizdemi? Eyi çağam burdan gayrı ben giderim ahha sana şeker! Amma elini de hala bırakmazdı diğer eliyle de cebini karıştırır, gittiği mesafeye göre mi ne büyüğünü mü seçerdi neyim idi bilinmez malum görmüyor ya ama hiç vermemezlik etmez idi, ama bir tane den fazla da vermezdi, devamlı cebin de şekeri, püsküt’ü eksik olmazdı. Hanı şeker  dediysek her zaman kınalı şeker de değil hani çay şekeri yani.

Adı üstünde namı değer Zırnıkhalme! Bana da çay şekeri düştü. Ama şekerden başka her şeye benziyor, gaaab gaara  gubarlanmış, taşa kesmiş, şeker bu atılır mı? atılmaz. Bende atmadım zaten, Deregözün de yıkamalıyım, dere gözü neleri yıkamıyor ki! Gözelll bir yıkadım, ne gubar kaldı ne şeker parupak suya verdim gitti miskinim şeker hala yanarım. İşte bundandır ki Körhalmeyi gören çocuk, Nevzat’ın Körhacı dan sindiği gibi ayaklarının ucuyla savuşurdu savuşa bilirse, çünkü kulakların da anten takılıydı sankinem. Malum kör tuttuğunu öperdi.

Birde Nalbant Süleyman vardı! Tuttuğunu öpen. Ama  bu kör değil di! nalbantcılık yapar en azgın taksicinin pornosu katırın, en deli eşeğin ayaklarına nal çakardı. Ateş korlarını üfleyen, körük de her türlü demir şekillenirdi. Nalbant tı ama her türlü demir döğerdi. Yok, yok beni döğmedi! Örs de döğdüğü demirden başka o deli hayvanları dahi döğdüğünü görmedim. Çünkü onlara sevecen yaklaşır, dillerinden anlar sanki yeniden evcilleştirir di.

Yaşlıca, kara sakallı, kara yağız, önünde önlüğü, elinde çekici, başına toplanmış yaşlıların sohbetlerini bölerdi.

En güzel sohbetler körükğün başında yapılırdı ne heykatlar ne güldürmeceler anlatılırdı. En çok anlatılan, en heyecan veren Baddal Gazi destanı idi.Tabiki soğuk kış günlerinin sığınak limanı körükğün Fu, fu, fu üflediği ateşin dayanılmaz sıcaklığı, fakrü  fukaranın sığındığı liman, gün görmemiş hasbihâllere sebebiyet veriyordu.

Ancak her kışın bir de yazı vardı. Yazın sıcağı milletin bostan evlerine gitmesine, dışardan gelen gariban köylüler ise nallarını çaktırıp, bir an evvel gittiklerinden körük çekmeye kimseler bulunmazdı.İşte bu zamanda körük çekme işi çocuklara düşerdi. Körüğün ateşi üflemesi gerekir ki demirleri eritip tav’ a getire, demir tav’ a gelmese ne demir dövülür ne de  nal kese bilir.

Tam da o sırada, yoldan geçen birilerine; heeey çocuk hele bir gel şuna bir el atıver!

Heeeeeyt artık kaptan bendim, sanmayın ki kürek çekme cezası aldım!

Körük deyip geçmeyin mübarek Titanik gemisi! Bir sağa bir sola sanki Titanik filimi nin baş rol oyuncusuyum, Kah kara tren Gölbaşı tren garında, kah  Erkenek tünelin de, kah bir uçurumun kenarında  Fu, fu, fu sesleri arasında hızla karanlıktan  geçen lokomotif kaptanıyım. Kah Tut yolunda otobos  şoferiyim!

Berhudar ol oğlum sesi demirin tav’a geldiğini bildirdiğin den filim kopardı.

Ama Nalbant Süleyman  ne şeker verir ne de sakız verirdi, çünkü kör değildi, ele de yapışmazdı. Şoferbahelini  teslim ederdi. eline sağlık bir içten şekerlemesiydi.

Yukarıda isimleri geçenlerin hiç birisi de hayatta değil, hepsini de rahmetle anıyorum

Not;Tut’ ca kelimeler bilinçli olarak kullanılmıştır.

07/11/2015/Bocholt.de

YORUMLAR (1)

  1. Nevzat KIZKIN diyorki:

    Bu güzel yazıda beni de andığın için teşekkürler ortak. Kağıtlı şekeri hak ettin, bu yaz şeker hatırına gelirsin inşallah. Selamlar…