Son Dakika Haberler

ULUPINAR ÇOCUKLARI

ULUPINAR ÇOCUKLARI
Okunma : 2.216 Kere okundu Yorum Yap

Bu yaz memlekete gittiğimde, ilk gün Burunçayır’da kalıp sonra Tut´a gitmiştim. Bacım gile eşyaları bıraktıktan sonra kahveye indim. Edip´in kahvesine. Orası, yanılmıyorsam 75´lerde Nevzat Yücel ve Mahmut Karakaplan´ın çalıştırmasından sonra bizim grubun değişmez mekanı oldu. Hala da öyle. Başka yerlere de uğranılıyor ama, oraya gidilmese sanki bir eksiklik oluyor. Bu gittiğimde de bacım gilde biraz dinlendikten sonra, sanki hiç düşünmeden, alışkanlık üzere ayağım beni Edip’in kahvesine götürdü. Özlediğim sevgili arkadaşlarımın çoğunu orada görebeileceğim fikri mi, sadece alışkanlık mı beni yönlendiriyor bilmiyorum. Belki ikisi de. İkindi ile akşam arasıydı

Nihat, belediyenin bahçesinin, eski Sait Emmininin evinin olduğu tarafında, gölgede yalnız başına oturuyordu. Onu çoğu zaman yalnız başına otururken görürdüm. Biraz kendi aleminde yaşar gibi. Mesela, onu, kahvede 4 kişinin oynadığı 8 ki- şinin seyirci olduğu, seyircisinin oyuncularından daha heyecanlı oldugu oyunlarda görmezdim. Bir tek Haci Halil Emminin oğlu Memet Abiyle arasıra fanti oynadığına tanık olmuştum.

Bu yaz da Nihat´ı yalnız başına oturuyor bulmam bir süpriz değildi. Yanına gittim, sarıldık, öpüştük. Ismarladığı kahveyi içerken, “nasılsın- iyimisin”den sonra, “yine her pazar Ulupınar’a, bostana gidiyor musun emmoğlu” dedim. Her pazar gittiğini, şimdi bostana bir seki yaptırdığını, bundan böyle iki eş-dost gelirse oturacakları bir yer olduğunu anlattı. Daha sonra laf, bir yıl önce kaybettiğimiz sevgili çocukluk arkadaşımız Mesut Yapıcı’ya geldi.

Mesutların evi ve bostanı, Nihat gilin bostanıyla bizimkinin arasında. Duygulanarak, ölümünden birkaç gün önce Mesut’la bostan evlere birer ev yaptırıp, hayatlarının geri kalan bölümünü orada, Ulupınar’da geçirmek hayalleri kurduklarını anlattı. “Ama ben kararlıyım emmoğlu, yoruldum artık, bu yıl da çalıştıktan sonra emekliye ayrılacağım ve Ulupınar’a bir ev yaptıracağım” dedi. Daha sonra, her seferinde olduğu gibi çocukluk anılarımıza gittik: Abidin gozunun dibinde -orası bizim gizli mekanımızdı- kağıt oynamamızı; kaçak tütün ve kağıttan doladığımız cigaralarımızı içmemizi; Texas-Tommix çizgi romanlar okuyuşumuzu; bizim gabak gozun dallarına 10-15 çocuk birer kuş gibi tüneyerek, pantolonumuzu sıyırıp, aşağıda belirlediğimiz bir yaprak, taş ya da çöp hedefine tutturmaya çalıştığımızı ve böyle bir yarışma icat ettiğimizi kahkahalarla gülerek anlattık.

Ben de kendisinin Nermin’i (küçük bacısı) kızdırıp, o, kızgınlıktan hop hop hoplarken kendisinin nasıl kahkahalarla güldüğünü, aralarında çok özel ve güçlü bir kardeşlik bağı olduğunu anlattım. Gülümseyerek “öyle” dedi. Bütün bunları konuştuk o ilk karşılaşmamızda bu yaz. Aksam oldu, evlere gittik. Sabah yeğenim Derya, “Dayı kalk anam bayıldı” diye uyandırdı beni. – “Niye? Ne oldu?” – “Nihat Dayım ölmüş!” Olacak iş mi bu şimdi? Oldu işte! O karşılamamız aynı zamanda son karşılaşmamız da oldu. Ulupınar çocuklarından biri daha gitti. Bizler 18-19 yaşlarındayken Emoğ Bibimin oğlu Hacı Osman’ı kaybettik. Kanserden öldü. 2003´de Şıhoğ Emmimin kızı Aysel’i yitirdik. Geçen sene Mesut, bu yaz da Nihat. Hep birlikte büyümüştük Ulupınar’da. Korku, endişe ve güvensizlik duygusunu hiç tanımadan, özgürce ve herşeyimizi paylaşarak. Kaygısız tasasız büyümenin yarattığı ilgi alanları da ilginçti. Kadir kibritten telefon, eski pillerden elektrik tesisatı yapmada, Mesut ateşli silah ve gelincik gazozu denemelerinde, Nihat süngelle kuş avcılığında öne çıkıyordu. Ulupınar, bütün çocukluğumu huzur ve gü- ven içinde geçirdiğim yarı kutsal bir yer benim için. Herhalde bu sebepten olsa gerek, hala kendimi en huzurlu hissettiğim yer de orası.

Göteborg, 4 Aralık 2007 Hamza Demir /

KAYNAK:

Aralık 2007 Tut Pekmezi dergisi 28 sayısından alınmıştır

http://www.tutpekmezi.ch/tyddergi/s28.pdf

hamzademir@hotmail.com

hamza