Son Dakika Haberler

Tutseverlik ve Yurtseverlik Üzerine Düşünceler

Tutseverlik ve Yurtseverlik Üzerine Düşünceler
Okunma : 2.355 Kere okundu Yorum Yap

Tut’un dışında yaşayan Tutlular, deyim yerindeyse Tut’la yatarlar, Tut’la kalkarlar. Gündüzlerinde de gecelerinde de Tut ve Tutlu vardır. Sözlerinde sohbetlerinde Tut ve Tutlu vardır. Tut ve Tutlu için kocaman bir sevda ve özlem vardır yüreklerinde. Tut’un dışında yaşayan Tutluların arkadaşları ve dostları Tut ve Tutlu konusunda o denli çok öykü dinlemişlerdir ki, artık kimi Tutluları adları ve lakaplarıyla tanırlar.

Edip’in kahvesi, Hıroş’un kahvesi, Mağrabaşı, Çanakçı, Doğa market veya Çınarın dibi gibi Tut’un kimi köşelerini görmedikleri halde görmüş gibi bilirler. Hıtap dediğinizde gözleme, basdık dediğinizde pestil demek istediğinizi anlarlar. Büyük yazarımız Yaşar Kemal, “Herkesin bir Çukurovası vardır,” dermiş. Tut dışında yaşayan Tutluların Çukurovası, Tut

Sözde değil özde sevgi Yani Tut ve Tutlu sevdası, öyle “Kuru kuruya kurbanın olayım!” cinsinden sözde değil, özdedir. Tutluların yoğun olarak yaşadıkları yerlere bakılırsa bu daha iyi görülür. Söz gelimi Adıyaman’da bir devlet kurumunda bir işiniz mi var, hemen bir Tutlu bulabilirsiniz önünüze düşecek. Malatya, Gaziantep, Ankara veya İstanbul’da bir doktora mı görüneceksiniz, mutlaka bir Tutludan bilgi alabilirsiniz. Adana veya Mersin’de yaşayan Tutluların yaptıkları anlatmakla bitmez.

Mersin otobüsünün Tut’tan Mersin’e, Mersin’den Tut’a neler neler taşıdığını ve Mersin’ deki iş insanlarının üniversite öğrencilerine verdikleri karşılıksız bursu anımsatmak yeter. Antalya’daki Tutlular da Mersin’dekilerden geride kalmazlar. Tut’tan Antalya’ya çalışmaya giden gençlere mutlaka bir yol gösterirler. Yerdeşimiz (hemşerimiz) Kadir Dursun’un dut ve dut ürünlerinin veriminin ve kalitesinin yükseltilmesi, pazarlanması konularında gösterdiği çabayı; Antalya veya başka kentlerimizde okuyan Tutlu öğrencilere yardım konusundaki duyarlılığını ayrıca belirtmek gerek.

Yurt dışında yaşayan Tutlular Almanya’daki Tutluların sayısı gittikçe azalmış olsa da, Tut’u ve Tutluyu hiç bir zaman unutmadılar. İsviçre’de yaşayan Tutlular bir dernek bile kurdular ve 20 yılı aşkın bir zamandan beri Tut’un ve Tutlunun yararına çeşitli etkinlikler yapıyorlar. Göteborg’ta (İsveç) yaşayan bir başka yerdeşimiz Hamza Demir’in girişimiyle, Tut’taki bedensel engelliler için bir TIR dolusu araç-gereç, Göteborg’tan Tut’a ulaştırıldı bu yaz. Tut’un dışında yaşayan Tutlular hemen hemen her yıl en az bir kez Tut’a giderek özlemlerini giderirler. Gidemeyenler için sanki bir şeyler bir yerlerde eksik kalmıştır.

Tut’a gidememenin mutsuzluğunu ve huzursuzluğunu yaşarlar. Öyleyse rahatlıkla denebilir ki Tut, iki dağ arasında veya iki Mağrabaşı arsında kalmış küçük bir ilçe değildir. Tut’un sınırları nerede bir Tutlu varsa oradan geçer. Yani Adıyaman, Malatya, Adana, İstanbul, Mersin, Gaziantep, Antalya, Almanya, İsveç ve İsviçre Tut’un sınırlarının içinde kalır. Tut sana ne verdi? Tut’un dışında yaşayan Tutluların Tut”a ve Tutluya olan özlem ve sevgileri böylesine yüksek ve yoğun yaşanırken kimi zaman, “Tut da Tut olsa; doğru dürüst bir çarşısı pazarı bile yok. Zaman geçirecek bir yeri yok. Lokantalar, fırınlar, kahveler kir pas içinde. Çevre çeşit çeşit çöp ve atıkla dolu. Bakımsız, sahipsiz bir köy. Adı ilçe, kendi köy. Ayrıca Tut sana ne verdi ki? İşi yok, aşı yok, ekmeği yok! Dağın başı, kuş uçmaz kervan geçmez.

Tut, Tut olsaydı; bunca Tutlu, Tut’u ve hatta Türkiye’yi de bırakıp taa Avrupalara savrulur muydu? Bu kadar sevgi ve özlem de fazla,” deniyor. Yani bunlara göre bir köyü, kasabayı veya kenti bu kadar sevmek için orada doğmak, orada büyüyüp okula gitmek, orada okuma yazma öğrenmek, orada arkadaşlıklar kurmak yetmiyor. Akrabalarıyın, komşularıyın olması yetmiyor! Koşturduğun okul yolu, oynadığın sokaklar, yürüdüğün yollar yetmiyor! Bağlar bahçeler yetmiyor! Dağlar tepeler, dereler, pınarlar yetmiyor! Anılar; acıyla veya sevinçle geçen yaşanmışlıklar yetmiyor! Mehmet Karakuş mkarakus@hotmail.ch Çay içeceğin, tavla oynayacağın veya biraz laflayacağın bir arkadaşıyın olması yetmiyor. Varsa yoksa, ne vermiş sana Tut!..

Vatan sana ne verdi? Benzer itiraz Türkiye konusunda da, daha doğrusu Türkiye sevdası veya vatan (yurt) sevgisi dillendirilince de geliyor. Deniyor ki; “Ne Türkiye’si, ne vatanı kardeşim! Vatan sana ne verdi? Vatan vatan olsaydı buralarda, elin yabancısının kapısında işin neydi? Vatanında askerlik yaptın zenginler için, vergi verdin zenginler için, bir de üstüne hapis yattın, işkence gördün! Bırak şu Türkiye Türkiye demeyi! Bırak şu vatan demeyi! Karnın nerede doyuyorsa vatanın orası!” Öyle mi gerçekten? Vatan, nerede karnımız doyuyorsa orası mı? Vatan, bize mutlaka bir şey mi vermeli? Eğer öyleyse, o karnımızın doymadığı ve herhangi bir nedenle çıkmak zorunda kaldığımız ülkedeki dağları, ırmakları, gölleri, denizleri ne yapmalı? Kentleri, köyleri ne yapmalı?

Çatalhöyük’ü, Nemrut’u, Göbeklitepe’yi, Efes’i, Selçuk’u yeniden toprağa gömmeli mi? Ya Ankara’yı, İstanbul’u, Kars’ı, Çanakkale’yi, İzmir’i, Antalya’yı, Konya’yı? Ruhi Su, Aşık Veysel, bozkırın tezenesi Neşet Ertaş unutulsun mu? Dadaloğlu, Pir Sultan, Karacaoğlan, Yunus unutulsun gitsin mi? “Erzurum dağları da kar ile boran”, “Adana yollarında, pamuklar dallarında”, “Denizli’nin horozları bellidir”, “Urfan’nın etrafı dumanlı dağlar” artık söylenmesin öyleyse! Bağlama, kemençe, davul, zurna dinlenmesin; türkü çağırılmasın, halaylar çekilmesin mi? Ya şarkılarımız!.. Münir Nurettin Selçuk, Zeki Müren, Müzeyyen Senar adları anılmasın; şarkılarıyla hüzünlenilmesin, coşulmasın mı? “Ben gamlı hazan, sense bahar…” “Akşam oldu hüzünlendim ben yine…” Nazım Hikmet, Cahit Külebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Can Yücel, Hasan Hüseyin, Yaşar Kemal, Sabahattin Eyuboğlu, Aziz Nesin okunmasın mı? Ağıtlar, masallar, destanlar, atasözleri ve deyimler silinsin mi zihinlerden? “Çirkin adam” Yımaz Güney’i, “yakışıklı jön” Tarık Akan’ı, ırz düşmanı” Hüseyin Baradan’ı nereye koymalı? Nasreddin Hoca, Bektaşi ve Temel fıkraları; Keloğlan masalları artık anlatılmamalı mı? Tavşan kanı çay, acı Türk kahvesi, tuzlu ayran artık içilmemeli; tarhana çorbası, kuru fasulye, sarma, dolma, çiğköfte, baklava yenmemeli mi? Namık Kemallerden, Mustafa Kemallerden Denizlere uzanan kahramanlar zincirini parçalayıp dipsiz kuyulara mı atmalı? 600 yıllık hanedanlık yıkılırken, emperyalist devletlerin işgaline karşı yapılan Ulusal Kurtuluş Savaşıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yok; 400 yıllık halifeliği kaldıran, kulluktan yurttaşlığa geçişi sağlayan aydınlanma devrimini olmamış mı saymalı?

Adımızı, soyadımızı; kaydımızı, kütüğümüzü, dilimiz Türkçe’yi ne yapmalı? ………… Vatanın bunları vermesi yetmiyor mu? Vatan, bütün bunların toplamı değil mi? Vatan, kağıt üstündeki bir harita mı yoksa? Bu kültür, bu tarihsel birikim yetmiyor mu vatansever (yurtsever) olmaya? İnsanın vatanını sevmesi için fabrikaları, tarlaları, bağları bahçeleri, bankalarında sarı liraları, yeşil dolarları veya avroları mı olması gerekiyor? “Vatan, nerede karnımız doyuyorsa orası,” ha! Bırakın Allah aşkına! Gönül pınarının suyu nereden gelecek? Karnımızı bir yerlerde bir şeylerle doldurabilir; doyurabiliriz.

Ya gönlümüzü? Gönül pınarlarımız nerelerden, nelerden, kimlerden beslenecek? Gönül pınarlarımız, kimlerin dağlarına yağan karların suyundan beslenecek? Gönül pınarlarımızdan akan kar suları kimlerin ırmaklarını coşturacak, kimlerin denizlerine karışacak? Karnımızı doyurabileceğimiz başka hangi ülkede sevgiyi anlatmak için şu dörtlüğü görebiliriz: “Mendilim işle yolla İşle gümüşle yolla İçine beş elma koy Birini dişle yolla” Demek, “Vatan, nerde karnımız doyuyorsa orası!” Bırakın Allah aşkına, bırakın! Türkiye’yi yalnız üç buçuk işbirlikçinin,Cumhuriyet karşıtı yobazın egemen olduğu bir ülke sanmayın!

Wittenbach, 2 Kasım 2019

KAYNAK : https://www.tutpekmezi.ch/tyddergi/s45.pdf

DUT PEKMEZİ 45.SAYIDA YAYIMLANDI