Son Dakika Haberler

PAŞAPORT

PAŞAPORT
Okunma : 1.901 Kere okundu Yorum Yap

her sabah yabanda uyanır

her gece yurdunda uyurdu

öylesine yakın yurduna

öylesine uzakta uyurdu

B. Ecevit

1970’li yıllar, ilkokula yeni başlamıştım. Anlamını bilmediğim iki kelime çok konuşulurdu. Paşaport ve oturum almak. Falanca paşaport almaya gitmiş,paşapor almış,paşaport alamamış, oturum almış, oturum alamamış… Köyde çalışma gücü olan hemen hemen bütün erkekler paşaport alma derdine düşmüştü. İş paşaport almakla bitmiyordu. Avrupa’ya gitmek öyle kolay değildi. Çok para gerekiyordu.

Zamanın şartlarında neredeyse bir sermaye demekti. Bunun için bağını, tarlasını, evini satanlar olduğu gibi ağır borçların altına girenler de vardı.Paşaportuve gidiş parasını hazırlayan soluğu başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın diğer ülkelerinde alıyordu. Yolculuklar genelde Almanya’ya olduğu ya da ilk gidenler oraya gittiği için Avrupa’da çalışan herkese Almancı deniyordu. İş bulup oraya yerleşenler oturum da alırsa işlem tamamlanmış demekti. İlk zamanlarda gidenlerin çoğu iş bulmuştu. Birkaç yıl sonra özellikle yazları izne gelmeye başladılar. Gelenlerin giyimleri ve bonkör davranışları ile dikkat çekerdi. Kahvede, lokantada hesapları onlar öderdi. Yanlarında getirdikleri araba, radyo-teyp, ütü, televizyon, fotoğraf makinası, boyalı kalemler, pamuklu sigara ve çikolata o zamana kadar görmediğimiz şeylerdi.

İzne gelenlerin etrafında toplanır hayretler içinde hayranlıkla oradaki yaşam koşulları ve şehirler hakkında anlattıklarını dinlerdik.

Yollar hep asfaltmış, yağmur yağdığı zaman hiçbir yer çamur olmaz bir süre sonra yağmur suları çekilir, ortalık kupkuru olurmuş. En ufak bir yağmurda çamur deryasına dönen bizim yollarla kıyaslayınca bu bize imkânsız bir olay gibi gelirdi.

Oranın insanları çok disiplinliymiş işe geç kalmak, kaytarmak affedilmezmiş. Kadınlar da çalışıyormuş, başları açıkmış, kısa etek-pantolon giyerlermiş, kadın erkek aynı sofrada yemek yermiş, araba bile kullanıyorlarmış.

Yerlere çöp, izmarit atmak yasakmış, polis hemen yakalar ceza yazarmış.

Torpil diye bir olay yokmuş.

Herkesin işi varmış. Devlet işi olmayanlara da geçinebilecekleri kadar maaş verirmiş.

Birbirlerine karşı çok saygılılarmış. Trafikte karşıya geçerken yoldan geçen arabalar durur yayalara yol verirmiş. Kimse kırmızı ışıkta geçmez, korna çalmazmış….

Ülkedeki işsizlik ve geçim sıkıntısının üstüne bir de Almancıların anlattıkları eklenince Avrupa’ya gitmek herkesin hayali olmuştu. Türkiye’de işi olanların bile Avrupa düşü vardı. Nasıl olmasın Türkiye’de aynı işi yapan bir kişi ömrü boyu çalışsa orada çalışan birinin beş on yılda kazandığını kazanamıyordu. Bu nedenle oraya yerleşenler zamanla ailelerini de götürmeye başladılar.

İlk gidenler adeta köyün Avrupa’ya açılan kapısı olmuştu. Kimi akrabasına kimi arkadaşına maddi manevi yardımda bulunarakAvrupa’ya gitmesini sağladı. Özellikle 1980 darbesinden sonra Avrupa, darbe mağdurlarının kurtuluş ümidi oldu. 1980’li yılların sonunda hemen hemen her ailede bir Almancı vardı. Artık paşaportun ne olduğunu çoktan öğrenmiş telaffuzunu da doğru yapar hale gelmiştik. Pasaport.

Pasaportu öğrenmiştik ama dünya eski dünya değildi. Küreselleşme, Avrupa birliğinin kurulması ve gelişen teknoloji yurtdışında iş bulmayı güçleştirmiş ülkeler yabancılara vize uygulamaya başlamıştı. Artık yurtdışına gitmek zor olduğu gibi eski cazibesini de yitirmeye başlamıştı. Çünkü, gelişen dünya ile birlikte Türkiye de gelişmiş geçerli bir mesleği olan kişi ortalama bir kazanca ulaşabilir hale gelmişti.

Ama ülke olarak çalışan hakları bakımından hala gelişmiş ülkelerin gerisinde olması nedeniyle Avrupa’da çalışmak, hayalleri süslemeye devam ediyor.Ülkemizde artık Avrupa’da olan her şeye ulaşmak mümkün, fabrikaları, alış veriş merkezleri, şehirleri, yolları gelişmiş ülkeleri aratmıyor. Bu gelişmede yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın katkısı büyük, onların itici gücü orada olanı burada istemesi, ülkenin ihtiyacı olan döviz girdisine katkı sağlamaları süreci daha da hızlandırmıştır.

Son elli yılda Avrupa’ya gitmeyi başaranların bir eli hep memleketlerinde oldu. Memlekete katkıları sadece oraya gitmelerine yardımcı oldukları yakınları ve arkadaşları olmadı. Geride kalan yakınlarına yardımı hiç kesmediler.Ballandıra ballandır anlattıkları oradaki yaşamı bazı kişiler buradakileri küçümseme ya da hava atma olarak algılasa da bana kalırsa anlatmak istediklerinin aslında oradaki güzellikleri memleketlerinde de görmek arzusu olduğunu düşünüyorum.

Mutfaklı-banyolu-kaloriferli evler, asfalt yollar, doktorlu hastaneler, temiz lokantalar, temiz tuvaletler, konforlu arabalar… İstediler ve yaptılar da orada kazandıklarını köylerine, kasabalarına, şehirlerine yatırım yaptılar. Yeni modern evler inşa ettiler, traktör aldılar, çiftlikler-işyerleri kurdular, gençlerin okumasına yardım ettiler. Bu yatırımlar sayesinde yaşadıkları yerin çehresi değişti, ticaret gelişti, birçok insan iş sahibi oldu.

Yarım asır önce dilini, kültürünü bilmedikleri, sevdiklerinden uzakta çetin şartlar altında çıktıları yolculukta kim bilir ne zorluklarla ne acılarla karşılaştılar, bunu ancak onlar bilir.Bütün zorluklara rağmen özverili çalışmaları ile gittikleri ülkelerin ekonomik kalkınmasına katkıda bulundular. Yıllar önce sıradan bir işçi olarak gittikleri gurbet ellerde şimdi çoğu emekli oldu. Bayrağı çocukları, torunları devraldı. Bu ikinci ve üçüncü kuşak doğal olarak atalarından bir adım öne geçti. Şimdi onlar bulundukları ülkelerde sıradan işçi değil, o kültürün asli unsurları haline geldiler.

Mühendis, doktor, iş insanı, milletvekili, belediye başkanı olabiliyorlar. Yönetim kademelerinde görev alıyorlar. Bu ikinci ve üçüncü kuşak Türkiye’ye ataları kadar sık gelmeseler de tatillerini ülkemizde geçirmeleri, bulundukları yerde Türk ürünlerini tercih etmeleri ülkemiz için büyük kazanç. Onlar ülkemizin gönül ve kültür elçileri.

Bugün sadece Avrupa değil dünyanın hemen hemen her ülkesinde çalışan, üreten ve yöneten yurttaşlarımız var. Şimdi onlara Almancı değil gurbetçi diyoruz.

Teşekkürler gurbetçiler, katkılarınız, kattıklarınız için.

Nevzat KIZKIN

Nisan 2020