Son Dakika Haberler

LAKAPLAR

LAKAPLAR
Okunma : 2.845 Kere okundu Yorum Yap

Değerli arkadaşım Mahmut’un (Arslantaş) Tut Haber’de yayınlanan “Guuguk” yazısını okuyunca çocukluğumuzda bize ilginç gelen lakaplar aklıma geldi. Sevgili Mahmut Tut için yaptığı titiz araştırmalarına şimdi unutulmak üzere olan köydeki lakapları ve hikayelerini de katar mı bilmem ama böyle bir çalışma yaparsa çok iyi olur diye düşünüyorum.

Eskiden lakabıyla anılmayan kimse yok gibiydi. Sanırım bunun nedeni lakapların çok eskilere soyadı kanunu çıkmadan önceki zamanlara dayanması. O zamanlar insanlara takılan lakaplar alay etmek, eğelenmek amacıyla değil de soy isimleri olmadığı için kimliklerini belirtmek için kullanılırmış. Soyadı kanunundan sonra yeni takılan lakaplar yok denecek kadar az ama bazı sülaleler soyadı olarak lakaplarını tercih ettiği için hala kullanılmaya devam ediyor. Soyadı olarak kullanılmayan lakaplar ise lakap takılan kişinin vefatından sonra unutulmaya başlıyor.

Lakaplar genellikle baba ismi; Ahmet, Bekir, Mustafa …, meslek türü; nalbant, terzi, köşker, kalayçı, demirci, iğneci, yorgancı, değirmenci… kişinin engeli ile ilgili; çolak, kör, kel, topal, şaş, kekeç, sağır, kambur… görünümü ile ilgili; şişko, tıknaz, cüce, deve, sırık… bazıları da günümüzde anlamını bilemediğimiz kelimeler; haşeş, lalley, iba, ibalak…bir de kişinin karakter özelliklerine göre; uyanık, kurt, kuş, çakal…gibi olumlu ya da olumsuz bir sürü takılmış lakapları sıralamak mümkün.

Kuşkusuz her lakabın acı- tatlı bir hikayesi vardır, hikayesi olmayan lakaplar kalıcı olmazlar. Kimisi lakabından memnun değildir, söylenmesini istemez. Onlar istemedikçe üzerlerine gidilir kızdırmak amacıyla söylenir. Nedense insanlar onları kızdırmaktan keyif alır. Eskiden belediyede hoparlör yoktu. Bu yüzden duyurular tellal aracılığı ile yapılırdı.

Köyün tellalı ise Talaz’dı. Geçmiş gün şimdi adını hatırlayamadım ama herkes ona Talaz derdi. İnce, zayıf, ağzında dişleri yokmuş gibi konuşur, sesi de tellal olmasına rağmen öyle gür çıkmazdı. Kısık bir bağırması vardı. Kasketini başından hiç çıkarmaz,. namaz vakitleri abdestini almak üzere kavaklığın yanındaki mezbahaneye gelirdi. Onu görünce etrafa dağılır, arkasından “Talaz” diye bağırıp saklanırdık. O sesin geldiği yöne dönünce diğer taraftaki arkadaş “Talaz” diye bağırırdı. Adam sinirle bir o yana bir bu yana bakar kendisiyle alay edenleri bulmaya çalışırdı. Bu da bizim hoşumuza gider o gittikten sonra hareketlerini taklit eder gülerdik. Bir gün yine böyle saklanıp aynı oyunu oynarken Talaz durdu ve etrafında dönerek bağırmaya başladı “heee buyurun ben Talazım. Var mı bi diyeceğiniz. Ne saklanıyorsunuz, hadi çıkın ne istiyorsunuz?” Sinirden kıpkırmızı olmuş, hiç çıkarmadığı şapkasını dizine vurup bağırıyordu. Hepimiz olduğumuz yere biraz daha sindik, kimse bulunduğu yerden çıkmadı. Doğrusu böyle bir tepkiyi beklemiyorduk. O gittikten sonra mahçup bir şekilde bulunduğumuz yerden çıkıp toplandık.

Herkesin yüzünden pişmanlık okunuyordu. Hep birlikte karar aldık, yarın özür dileyeceğiz. Dediğimizi yaptık. Ertesi gün abdest almaya geldiğinde usulca önüne dizildik. Arkadaşım “emmi sana bişey söyleyeceğim. Dün seni kızdıran bizdik, kusura bakma bir daha yapmayacağız” dedi. Talaz’ın bize kızacağını düşünüp kaçmaya hazırlanırken o bu hareketimizi olgunlukla karşılayıp “yapmayın çocuklar size yakışmıyor” deyip yoluna devam etti. Kimisi ise lakabını benimser rahatsızlık duymaz. Hoşgörülü, kendileriyle barışık halleri insanların lakaplarıyla alay etmelerini engeller. Bu kişilerin lakabı adının önüne geçer.

Yakınen tanımayanlar adını bilmez. Arkadaşım Mahmut, nam-ı diğer Tuluk bunlardan biridir. İri cüssesi ve yemeğe düşkünlüğünden dolayı bu lakabı aldığı düşünülür. Ama aslında “Tuluk” onun soyadıdır. “Ortak Tuluk deyince bizim sülalede beni tanırlar” diyecek kadar iddialıdır. Tuluk, Besni’de okurken babası soyadlarını değiştirmek için Tuluk’tan kendisini mahkemeye götürmesini ister. Tuluk şiddetle karşı çıkar “ben soyadımdan memnunum, sen bu saatten sonra soyadımızı “Altın” yapsan bu millet Tuluğu unutmaz” diyerek babasını kararından vazgeçirir. Kimisi ise lakabından bi haberdir. Bunlar genellikle okuldaki öğretmenler olur. Ve öğrencilerden başkası bilmez.

Ortaokulda bir Din dersi öğretmenimiz vardı aynı zamanda sınıf öğretmenimizdi. Ağır ağır konuşur ağzından çıkacak sonraki kelimeyi merak ettiğimiz için onun dersinde pek gürültü yapmazdık. Kilosunu kapatmak için olsa gerek bol giysiler giyer, ileri fırlayan göbeğini gizlemek için ceketinin düğmesini hep ilikli tutardı. Elleri tombul tombul parmakları kısaydı. Gömleğinin yakası sarkan gıdısından görünmezdi. Yusyuvarlak kafasının sağ yanında uzattığı az miktardaki saçlarını kelini kapatmak üzere tepesine doğru tarardı. Kafasını bir yana çevireceği zaman bedeni de birlikte dönerdi. Bu haliyle bana bir kardan adamı hatırlatırdı. Kim ne zaman takmış bilmiyorum hocaya “lüle” lakabını takmışlardı. Bir gün fen bilgisi hocası bütün sınıfı sözlü yapıyordu. Not defterini açtı rastgele bir isim söyledi. Söylediği arkadaşın okulla arası pek iyi değildi. Bir gün gelir bir hafta gelmezdi. Dolaysıyla okulda olup bitenlerden haberi yoktu. Hoca, soruyu sordu. Arkadaş konuyla alakası olmayan bir cevap verdi.

Bunun üzerine hoca; -Oğlum sen hiç çalışmadın mı? Ben bu konuyu haftalardır anlatıyorum. -Şeyyy hocam ben geçen hafta yoktum. Hoca, bıkkın bir şekilde yoklama defterini açtı. -Ohoo sen neredeyse hiç okula gelmemişsin oğlum, senin sınıf öğretmenin kim? Arkadaş sınıf öğretmeninin kim olduğunu bilmediği için yardım istercesine etrafına bakıyordu. Yakınında bulunan arkadaşlar usulca “Veli, Veli” diye fısıldıyorlardı. Ama o sadece isimdeki “L” harfini duymuş olacak ki, hocayı hatırlamanın sevinciyle, -Lüle hocam, deyiverdi. Bütün sınıf bir yandan gülüyor bir yandan da sırrımızı ortaya çıkaran arkadaşa kızgınlıkla bakıyorduk. Şimdi bu Veli hocanın kulağına giderse biz ne yaparız? -Lüle kim oğlum, ben 4 yıldır bu okuldayım böyle bir hoca tanımıyorum. – …. Arkadaş sınıfın havasından kırdığı potun farkına varmış mahcup mahcup önüne bakıyordu.

Hoca bu sefer sınıfa döndü, -Kim çocuklar bu Lüle, arkadaşınız ne söylüyor? Sınıfta çıt yok. Sınıf başkanını kaldırdı. -Sen söyle kim? Başkan mecburen hocanın kim olduğunu itiraf etti. Hoca önce kızgınlıkla sonra sakin sakin insanlarla alay etmenin ve lakap takmanın ayıp olduğu üzerine uzun bir nutuk çekti. Herkes süt dökmüş kedi misali sessizce hocayı dinliyordu. Sözlerinin sonunda bomba soruyu sordu: -Şimdi söyleyin bakalım. Benim lakabım ne?

Tut Pekmezi 42.sayısında yayımlandı

http://www.tutpekmezi.ch/tyddergi/s42.pdf

Aralık 1016